Günümüzde bir hayli gündemi işgal eden Deizm akımından başlayalım söze. Deizm; Allah’ın varlığına, kainatı yarattığına inanan ancak yarattığının sorumluluğunu insanın kendisine bıraktığını düşündüğü için her türlü dini telkini reddeden düşünce akımı. Elbette izm’ler nevzuhur değil, çok eskiden beri var.
Voltaire onların başta gelenlerinden. Kendisi 1700 yılından 6 yıl önce dünyaya gelmiş. Soylu değil ancak annesinin zekası, babasının finansman bilgisi onun 14. Louis’in yakın çevresine girmesini sağlıyor. Yalnız Fransa'da değil tüm Avrupa'da Aydınlanma çağının önderi Voltaire kabul ediliyor. Victor Hugo'ya göre, "Voltaire'i anlamak, tüm 18. yüzyılı anlamaktır." Lamartine de: "İtalya Rönesansı yaşadı, Almanya Reform'u gördü fakat Fransa'nın da Voltaire'i vardı" diyor.
Voltaire'in felsefi anlamda tutarlı bir görüş sergilediği söylenemez. Daha çocuk yaşta paganizmle tanışıyor. Dini, toplumu manipule edici bir fonksiyon olarak tanıyor. Hıristiyanlığa sonradan dahil olan teslis akidesinin kabul ettiği Tanrı anlayışına nefretle bakıyor. Bu düşünce onu Fransız deizminin bayraktarı yapıyor. Kabına sığmıyor. Papazları hicvetmek en büyük meşgalelerinden. Para kazanmakta ve biriktirmekte çok mahir. Yasalardaki delikleri çok iyi görüyor. Tefecilik yapmaktan çekinmiyor. Finans Uzmanı Voltaire, filozof Voltaire’yi finanse ediyor. Laf aramızda, Voltaire'in, din hariç, hiçbir alanda devrimci olduğu söylenemez.
Voltaire'in hazır cevaplılığı ve sivri dili başına belalar açar. Genç bir asilzadeyi gücendirmesi onun mahkeme dahi olmadan İngiltere'ye sürgün edilmesine yol açar. İngiltere’de kalburüstü edebiyatçılarla tanışıyor. Onların kitaplarını okuyor. Bu dönemde edebiyat; felsefe ve ilahiyatın içinde kabul ediliyor. Newton’u okuyor, onu Descartes’le karşılaştırıyor. En dikkatini çeken şey, okudukları düşünürlerin hiçbiri hapsedilmemiş. Bu nedenle de “İngilizlere bayılıyorum” diyor.
Voltaire, yetkinin tek elde toplandığı mutlak monarşik sistemlere karşı çıkar ve bireylerin haklarını koruyan, adil ve özgür bir toplum düzeni için demokratik prensipleri destekler. Yönetimin meşruiyetini, halkın rızasına ve hukuka dayandırır. Kendisi “Monarşilerin gasp ettiği; yaşama, mülk edinme özgürlüğü, ulusa yazı ile seslenebilme özgürlüğü, özgür yargılanma hakkı, yasaların harfiyle uygulanma hakkı, inanç özgürlüğünü insanlara geri vermiş” cümlesini kullanıyor.
Hz. İsa'ya ilk sorusu; “ölüm nedeniniz nedir?” Hz. İsa; “papazlar ve hakimler” diye cevap veriyor. “Gerçek din nasıldır?” diye ikinci sorusunu soruyor. “Yoksa size söylemedim mi? Allah’ı ve komşunuzu kendinizi sevdiğiniz gibi sevin” diyor. Bunun üzerine Voltaire; “Durum buysa, seni biricik efendim olarak kabul ediyorum” diyor. İnsanlığın bu erdemleri benimsemesi halinde selamete ereceğine inanıyor.
Voltaire de dahil, Batılılardaki “Hıristiyanlar arası dinsel hoşgörü” maalesef İslam’ı kapsamıyor.
Petro'nun vâris bırakmadan ölmesi üzerine asillerin muhalefetine rağmen saray muhafızlarının ve bazı askerlerin desteğiyle Katerina, Rusya’da "Çariçe" ilân edildi. Çariçe II. Katerina unvanı ile tahta çıktı. Rus Çariçesi, sezgileri aşırı önemsediğini düşündüğü romantik Rousseau’dan fazla hazzetmez ama sınırlı da olsa rasyonalizmden yana olan Voltaire’i kendisine yakın bulur. Rus Çariçesine, halk “taçlı fahişe” diyor ama kendi başdanışmanı ona daha bir afili isim bulmuş; “Kuzey’in Semiramisi”.
Semiramis kim mi? Semiramis, M.Ö.800 yıllarında yaşadığı söylenen aklının ve güzelliğinin yanı sıra cinselliği ile ünlü her şeyi ile kadın olan Asur kraliçesi. Fırtınalı aşkları var; doktor kontrolünden geçerek resmiyet kazanmış yirmi bir aşığı olduğu kayıtlı bir saraylı.
“Hükümetlerin birincil amaçları insanların esenliği olmalıdır. Hükmedenlerin güçlerini bu amaçtan alıyor olmaları, tabiat ve mantık kuralları gereğidir. İnsanların en büyük esenlikleri özgürlükleridir. Bireye sağlık neyse, devlete özgürlükler o olmalıdır.” düşüncesi hem Voltair’de var hem de Diderot da.
Meşhur olaydır; Diderot kızına çeyiz düzebilmek için o günkü şartlarda çok zengin olan kütüphanesini satışa çıkarıyor. Bunu duyan çariçe, Paris’teki temsilcisine Diderot’un istediği meblağı ödeyip kütüphaneyi satın almasını, ancak kütüphanenin, ölünceye kadar Diderot’ta kalmasını emrini veriyor. Bununla da yetinmiyor, artık çariçeye ait olan kütüphaneye ölünceye kadar bakacağı için, 25 yıllık ücretini de peşin ödetiyor. Diderot bir gecede zengin oluyor.
Bundan dolayı da Diderot; “İnsan hayatında bir kez olsun böyle bir kadını tanımalı” diyor. Çariçe de ona; “Mösyö Diderot, bütün bu yüksek prensiplerinizle çok büyük kitaplar yazılır ama çok kötü bir ekonomi çıkar. İnsan teninin gıdıklanma şekli başkadır” diyor. Bir araya geldiklerinde yalnız edebiyat konuşuyorlar.
Rus Çariçesi’nin bu iki düşünürle kurduğu yakınlıktan sonra Rus Aydınlanması başlıyor diyor konunun uzmanları. Çariçe, Rus’un karanlık, ahşap şehrini altın gibi parlatmaya niyetleniyor. Ne var ki, bu akımla birlikte çehresi değiştirilen şehrin evcilliği kayboluyor, felsefi iklimi alt üst oluyor. Bunu sonradan anlıyorlar ama modernitenin getirdiği yeniliklerin yanında, tahripkârlığı sonradan fark ediliyor. Yapay şehrin ne kadar kötü olduğu, hele de dikey olursa oldukça berbat olduğu sonradan ortaya çıkıyor. Güzel olan doğallıktır.