Diyanet-Sen tarafından geçen yıl 6406 Diyanet İşleri Başkanlığı çalışanı arasında yapılan “Diyanet Çalışanlarının Sorunları, Beklentileri, Din-Diyanet Algıları Araştırması” yayımlandı. Bu araştırmayı yapan sendikaya daha sivil bir STK diyebiliriz.
Katılımcıların %48,2’si Diyanet’in özerk olması gerektiğini düşünürken, %50’si mevcut statü ile devam etmesi gerektiğini savunuyor.
Patrimonyal anlayıştaki ülkelerde özerk kurum istemek biraz cesaret, biraz da ankette olduğu gibi gizlilik ister.
Bir zamanların çok dillendirilen “Diyanet denetleme görevi yapsın, başkanlığın görevleri cemaatlere devredilsin” görüşüne evet diyenlerin oranı ise sadece %1.7’de kaldı.
622-661 yılları arasında uygulanan dinin devlet erkinin dışında tutulduğu düşüncesi toplumda henüz yeterince tartışılmamış olup, sanayileşme sonrasında oluşan devlet yapılarının öncelikleri iyi analiz edilmelidir.
Topluma sunulan İslam anlayışını katılımcıların %30,3’ü “Kuran merkezli İslam anlayışı”, %29.2’si “ılımlı İslam anlayışı”, “%23’ü ilmihal merkezli İslam anlayışı” , %11.3’ü “ahlak merkezli İslam anlayışı”, %1.3’ü ise “mistik (sufi) İslam anlayışı” olarak tanımlıyor.
Devletler için asıl olan devletin bekası olup, din de dahil diğer öğeler daha sonra gelir. Moda tabirle, gerisi teferruat.
Katılımcıların % 52.3’ü “Diyanet, din ile devlet arasına sıkışmış bir kurumdur” diyor.
Burada garipsenecek bir durum yok, çünkü bazı düşünce insanları laikliği tarif ederken, “Laiklik, dinin devlet kontrolüne alınmasıdır” diyorlar.
3 Mart 1924 tarihinde üç önemli kanun kabul edildi; Diyanet İşleri Başkanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı’nın kurulması, Tevhidi Tedrisat, Hilafetin kaldırılması ve Osmanlı hanedanının yurt dışına çıkarılması. Yüz yıldır bu ülke laik bir ülkedir. Taç giyen başlar çabuk akıllanıyor.
“Diyanet personelinin görevi sırasında herhangi bir siyasi partiyi övmesini ve yermesini doğru bulmuyorum” diyenler, katılımcıların %71.5’lik dilimini oluşturuyor.
Yüz yıllık cumhuriyet tarihinde böyle bir zaman dilimi var mı?
Araştırmadaki “Aleviliği nasıl tanımlarsınız?” sorusuna verilen cevaplar ise şöyle: “Din” diyenlerin oranı %1.4, “mezhep” diyenlerin oranı %7.2, “tarikat” diyenlerin oranı %2.9, “yaşam biçimi” diyenlerin oranı %24.6, “Şia’nın bir kolu” diyenlerin oranı %26.6, “siyasi oluşum” diyenlerin oranı %12.1, “inanç ve erkan yolu” diyenler %3.9, “İslam’ın farklı kültürel yorumu” diyenlerin oranı %8.7. Katılımcılardan %12.6’lık bir kısmının konuyla ilgili “fikri yok”.
Tabi tereddütler daha çok, Alevilik hakkında ileri sürülecek fikirleri sınırlandıracak Aleviliğe ait yazılı bir metnin olmamasından kaynaklanıyor olsa gerek zannederim.
Katılımcıların %60,1’i cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesini uygun bulmuyorken, %43’ü Kültür Bakanlığı’na bağlı yeni kurulan “Alevi-Bektaşi Kültürü Başkanlığı’na bağlanmasını destekliyor.
İbadethanesi ayrı/farklı olan bir anlayış ayrı bir din anlamına gelir.
“Türkiye’de farklı dini cemaatlerin olması zenginliktir” görüşüne %37’lik kısım katılmazken %43 katılıyor, %20 ise kararsız.
Farklı dinler, farklı diller ve farklı etnisiteler imparatorluklara özgüdür. Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki hakim görüş; ulus-devlet anlayışıdır.
Araştırmanın belki de en can alıcı noktası 6406 kişiden sadece %7.3’lük bir kesimin “Diyanet’te torpil, iltimas ve kayırmacılık yoktur” diyebilmesi. Katılımcıların %79.1’lik kesimi diyanet’te torpil, iltimas ve kayırmacılık olduğuna inanıyor.
Birkaç gün önce, 2024 yılında yapılan bir anket çalışmasında bu oran % 85 çıktı. Elbette birileri de; “Bu teşkilat, dini ve uygulanması emredilen hükümlerini içselleştirmede problemler mi yaşıyor acaba” diye düşünebilir.
Araştırmayı yapan diyanet-sen genel başkan yardımcısı konuyla ilgili olarak şunları söylüyor: “Böyle bir sonucun çıkması iç acıtan bir durum. Zira helal haram duyarlılığı, adalet, ehliyet ve liyakat ilkeleri en çok diyanette vardır, gibi bilinen algı karşısında çalışanların yüzde seksen oranında güvenini yitirmesi idare tarafından iyi düşünülmesi ve bir an önce bu olumsuz algıyı üzerinden silip atması gereken bir konudur. Komisyonlarda görev alan hocalarımız ve üst yönetim, bizler, sınav ve atamalarda kul hakkına girmemek için ehliyet ve adaleti hassasiyetle gözetiyoruz, diyebilirler. Ancak verilen cevaplarda sadece %7.3’ün evet atamalarda torpil yoktur demesi geriye kalan kararsızlarla birlikte %92’nin ise kesinlikle vardır yargısı hangi saiklerle oluştu? Derinlemesine kazı yapılması gereken bir mesele. Keşke helal ve haram duyarlılığı hassasiyetiyle yapıldığı söylenen maaş (promosyon) ihalesine yaklaşımda gösterilen itina, atamalarda, astlara yaklaşımda v.b gösterilseydi. Bu oranlar daha aşağı seviyelerde olabilirdi.”