“Dinleyene, halâ,/ Çöller ses verir.”
Madem Kur’an kelamullahtır, bütün insanlığa hitap ediyor, bütün insanlığın sorularına ve ihtiyaçlarına cevap veriyor; demek ki manaları hem genel hem de kucaklayıcıdır. Bütün alemlerin rabbi olması nedeniyle, Kur’an Allah kelamıdır. “Çok merhametli (Allah, insanlara ve cinlere) Kur’an’ı öğretti, insanı yarattı, ona beyanı (konuşup düşüncelerini açıklamayı) öğretti. (Rahman Suresi 1-4)
İnsanların yer ve gök bilgileri zenginleşmiştir. Belki bu nedenle bile tek ferdin ilminden ve anlayışından çıkan tefsir, günümüz insanları için yeterli olmaz. Hem bu zaman da toplumun bütününe yakın kısmını tatmin edecek bir tefsir, her ilim ve meslekten meydana gelecek bir heyet tarafından yapılmalı değil midir? Çünkü “cüzde bulunmayan, külde bulunur” kuralınca, fertte bulunmayan bu kadar bilgi ve mesleki yeterlilikler, umulur ki heyette bulunur. Ancak “Bir şey tamamiyle elde edilemediği takdirde terk etmek de hiç uygun değildir.”
Kur’an, kâinatın tercümesi, arzın ve maveranın açıklayıcısı, yerde ve gökte bulunan manevi gizlerin keşşafıdır. Bundan bir parçayı yakalamış olan şair; “Hoşça bak zatına kim, bir zübde-i âlemsin sen / Merdumi dide-i ekvan olan ademsin sen” demiş.
Demek ki insan hem yaşadığımız âleme, hem de maveraya bir özet hükmündedir. Onun için her azayı yaratılış gayesine uygun kullanmak gerekir. Zaten işin erbabı da şeriatı tarif ederken; yeryüzünü güzelleştiren sistemin adıdır diyor.
“Ben bilinmez bir hazine idim, bilinmek istedim ve …” ifadesi, “onlarda cemalimi müşahede etmek istedim” demekle örtüşmez mi acaba?
Âlem; kendisi ile âlemin yaratıcısının bilindiği şeydir. Tabi, âlem yalnız güneş sisteminden ibaret değildir. Fezada milyar âlemden bahsediyor pozitif bilim mensupları. Âlemin içindeki cüzlerin de her biri bir âlem değil midir?
19.yüzyıla kadar gökyüzü hakkında bilinenler, yani bilinmeyenler ilkel dinlerin çıkış noktalarıydı. 19. Yüzyılda ve 20.yüzyılda gökyüzü hakkındaki yeni bilgiler pagan dinlere alan bırakmadı. Şimdilerde gerçeklerden kaçmak için insanların bir kısmı kendilerine farklı yollar icat ediyorlar. Günümüzde de modern paganizmler, putçuluklar kol geziyor. ("Ebu Leheb öldü"diyorlar: Ebu Leheb ölmedi, ya MUHAMMED; Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!)
Evet; Allah dilediğine hidayet eder ama, Allah'ın hidayet vermek istedikleri de, hidayete talip olanlardır.
Kaldı ki; hidayeti de hidayet üzere olanlar ister. Hidayet; hakkı hak, batılı batıl bilmek değil midir?
Üstadın tabiriyle; Kur’an’ın anasırı esasiyesi dörttür; tevhid, nübüvvet, ahiret, adalet ve ibadet. Bunları elde etmenin yolu; Allah’a muhatap olmak, delille Allah’ı bilmek.
Kadiri mutlak ve kadiri muhtar olan Allah, kıymetsiz şeylerde kudret eli görünmesin diye sebepleri yaratmış. Sebepler, Allah'ın kanunudur, onlara uymak gerekir. Onlara uymamak ilahi hikmete karşı gelmek olur. Ancak sebeplere değil, Allah'a kulluk etmek gerektiği de hep aklımızda olmalıdır.
Bundan dolayı da işin erbabı; “Sebepler âleminde iken tevekkül etmek, bir nevi tembellik ve atalettir” diyor.
Kabirden sonra o sebepler ortadan kalkar. Dünyada sebepler galipken, maverada sebeplere ihtiyaç kalmaz.
Burada akıl için mini bir paragraf açarsak; “Akıl insanın temyiz gücüdür. Aklın tefriti ahmaklık (anlayışsızlık), ifratı cerbezelik (eğriyi doğru göstermek), ortası hikmettir (hakkı hak bilip ona uymak, batılı batıl bilip ondan kaçmak).” Bu anlamda “Cebriye” ifrat, “Mutezile” tefrit, Ehlisünnet orta yoldur. Ehlisünnet; eylemlerin başlangıcını irade-i cüz’iyeye, sonucunu irade-i külliyeye verir.
Keza; kabul etmemek ifrat, benzeterek (Allah’ın sıfatlarını, insanın sıfatları gibi görerek) kabul etmek tefrit, tevhid (onun benzeri yoktur demek) orta yoldur.
Peygamberler ve Salih insanlar âlemlere rahmettir. Çünkü bu işte muvaffak olmuşlardır, onlara uymak gerekir. Külli kaidedir, bir defa olan, yine olur. Peygamberlerin birbirlerinden tek farkları füruattadır (İbadetlerdedir, amellerdedir). Zaten zamanın değişmesiyle, füruatın değişmesi pek tabiidir. Kaideler, füruatta değil, esaslarda yani naslardadır, diğer bir ifade ile itikatta ve iman esaslarında bütün peygamberler aynı şeyleri söylüyorlar.