İnsanlara bakıyorum!..
Yolda yürürken önünden başka hiçbir yere bakmayan, hiçbir yeri görmeyen, kendi kendilerine konuşan insanlara,
Bezgin, yorgun, umutsuz ve mutsuz insanlara…
Başında ateş çıkan kibrit çaksan parlayacak, dokunsan ağlayacak insanlara bakıyorum!..
Üzerlerine ölü toprağı serpilmiş, eskilerin değimi ile kulağından kan alınmış ruhsuz ve duyarsız insanlara…
Ne yapmaya çalışıyorlar, ne söylemek istiyorlar belli değil. Sanki bu insanlar benim sıcakkanlı, benim duyarlı, benim merhamet pınarı insanlarım değil gibi.
Neden sudan sebeplerle cinayet işleyecek kadar bencilleşiyorlar.
Çoğu bezgin, çoğu yılgın, çoğu mutsuz ve çoğu umutsuz…
Neden mutsuz olduklarını sorsanız Vallahi ’de Billahi de bilemezler. Çünkü hiçbir beklentilerini gerçekleştirememiş insanlardır bunlar.
İnsanlara bakıyorum hepsi günü kurtarmak peşinde. Onun içinde karşılarındaki insanları kandırıyor, dolandırıyor biri birlerini sudan sebeplerle kırıyor ispiyonluyorlar.
Birbirimize güvenilmez, sözlerine inanılmaz bir toplum olup çıktık.
YAVUZ SULTAN SELİM
Cennetmekân Yavuz Sultan Selim tebdili kıyafetle pazarı dolaşıyormuş. Bir tezgâhta üç kafes içerisinde üç keklik görüp sahibine bunların özelliğini ve fiyatını sorar.
Satıcı:
Birinci kafesin bir altın, ikinci kafesin iki altın, üçüncü kafesinde beş altın olduğunu söyler.
Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim:
“Nasıl olur birinci kafesteki keklik daha semiz, ikinci kafesteki keklik şöyle böyle, ama beş altınlık keklik cılız bir şey” deyince;
Kekliklerin sahibi:
“Beş altına dediğimiz keklik metriste öterek hemcinslerini tuzağa düşürmekte mahirdir. Diğerlerinde öyle bir vasıf yok” deyince;
Yavuz Sultan Selim:
“Peki, alıyorum” diyerek beş altını verip kafesi alır. Akabinde kafesi açtığı gibi kekliğin boynundan çekip koparır.
Satıcının “Ne yaptın kardeşim?” demesine fırsat vermeden Yavuz Sultan Selim yaptığı işi açıklar.
“Bak satıcı” der.
“İnsan olsun, hayvan olsun, kedi - köpek olsun, keklik olsun ırkına ihanet eden bir yaratıktan kimselere fayda gelmez” diyerek yoluna devam edip gider.
*
Şu anda ülkemizde sıkıntısı çekilen tek şey ahlaktır. İnsanlarımızın biri birlerine dolaylıda olsa ihanet etmeleridir. İnsanlığımız, örf ve ananelerimiz, kültürümüz terbiyemiz süratle bir ahlaki erozyona uğramaktadır. Baktığımız her pencerede, gördüğümüz her karede o kadar büyük ahlaksızlıklar görüyoruz ki yazmaya elimiz, söylemeye dilimiz varmıyor.
İsterseniz yazımızın burasında ahlakla ilgili bir kıssaya da göz atalım.
ATEŞ, SU VE AHLAK
Kıssadan girdik kıssayla devem edelim.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde Tarzani tellal iken, Şirvani berber iken… ATEŞ, SU ve AHLAK dost denecek kadar candan arkadaş olmuşlar.
Bu canciğer arkadaşlar üçe ayrılan bir yol ayırımına gelirler böyle bir durumda bunlarında üçe ayrılmaları gerekir.
Ateş (Suyla ahlaka) “Ben kaybolursam nerede bir duman görürseniz beni orada arayabilirsiniz” demiş.
Su da (Ateşle ahlaka) “Bende kaybolursam nerede bir yeşillik, nerede bir ormanlık görürseniz beni oralarda bulabilirsiniz” demiş.
Sıra gelmiş ahlak’a,
Ahlak ’ta suyla, ateşe…
“Ben kaybolursam beni hiçbir yerde aramayınız. Çünkü bulamazsınız. Ben bir kere kayboldum mu bir daha da bulunmam” demiş…
Günlerimiz aydınlık, geleceğimiz hayırlı olsun sevgili okurlarım.
Kalın sağlıcakla…
*///*