Özlenen

YAVUZ GEZER

12-01-2023 14:27

İnsan geçmişin hasretcisi, geleceğin özlemcisi, bugünün şikayetçisidir. C. BUKOWSKI

“Hamal efendi saat kaç”

“Begim saat gırğ”

“Heç saat kırk olur mu efendi?”

“Begim heç hamalda saat olur me?”

İlimizde Kapalıçarşı, sebze hali, Şire Meydanı gibi yerlerden yapılan alışverişler sonrası sırtında sepet (küfe) ile taşıyıcılık yapan (hamaliye) güzel insanlarımız vardı.

Sepet; yukarıdan aşağıya doğru daralan, iki yanından omuzlara sicimle bağlı, yükün ağırlığına göre hafif öne eğilerek dengelenen bir taşıma aracıydı.

Dipten yukarıya doğru meyve, sebze, et ve benzeri ezilme dirençleri dikkate alınarak ustalıkla yerleştirilir, taşınan yükün sahibi yeni zenginlerdense önde, omuzlarını dikleştirmiş ve cigarasını tüttürerek, ara sıra etrafına kaçamak bakışlar atarak yürür, belli belirsiz etrafa hava atmayı ihmal etmezlerdi.

Görmüş geçirmiş ailelerde durum farklıydı…

Onlar uzun süre belli insanlara taşıma yaptırdıklarından adresleri bilinirdi.

Bu aileler hamaliye işini ifa eden şahıslara yüklerini indirdiklerinde mutlaka ikramda bulunurlardı. Açlıkları varsa yemek yedirir, aksi halde ayran ve su içirerek yorgunluk atmaları sağlanırdı. Belli dönemlerde toplu sebze alımlarında bu sebzeler at arabalarıyla taşınır ve arabanın arkasına asılmak ise çocukların en sevdiği eylemler olarak bilinirdi.

Çocuklar aynı eylemleri faytonların arkasına asılarak da yaparlardı.

Ailece uzak yere gidilecekse, mutlaka faytonlar ulaşım aracı olarak kullanılırdı.

Faytoncular usta kamçı kullanıcılardı ve asla ıskalamazlardı…

1974 yılında hacı muratlar (Murat 124) arz-ı endam etmeye başladığında birçok faytoncu da hacı murata terfi ettiler.

Bazen faytondaymış gibi el aracın tavanına kadar kalkar (kamçı kullanıyormuşçasına) vitese inerken dikiz aynası iki defa darp edilmiş olurdu.

Mutlaka sol pencere açık ve sol kol dışarıda olarak kullanılan araçlarda, az benzin yakıldığına inanılırdı (şaka).

Mahallemizde Amigo Cello’nun bordo beyaz Cadillac’ı vardı. Ayrıca Göktürk’lerin direksiyondan vitesli sarı Mercedes’i, Şahin abinin kamyonu, Arif abinin minibüsü daha sonra otobüsü…

Sayılıydı motorlu araçlar.

Bedişlerin faytonu ve Mehmet’lerin at arabası ise hatırladığım diğer taşıma araçlarıydı...

Amigo Cello’nun kardeşi Kadir ilk hacı muratını rallici edasında kullanır tozu dumana katardı. Hatta çocuklar aralarında “kado son sürat giderken aynı hızla geri gelebili” diye iddiaya tutuşurlardı.

Ben ilk motorlu araç olarak dedemin traktörüyle tanışmıştım. Köyde akrabalarımızın minibüs, Anadol marka özel araç, Skoda marka pikapları ve başkaca traktörleri vardı.

Genellikle traktörle gem sürmek doyumsuz bir zevkti. Akşam eve gittiğimizde saçlarımız ve kirpiklerimiz saman tozundan görünmez olur, banyo yapmamıza rağmen kaşıntıdan kurtulamazdık. Çoğu zaman iltihaplanan gözlerimiz canımızın çokça yanmasına sebep olurdu. Fakat gem sevdamıza engel olamazdı.

Köyde geçirdiğimiz harika zamanlarımız vardı.

Rahmetli Muzaffer KILIÇ adlı köy öğretmeninin futbol topuyla tanıştırdığı köyümüz büyüklerinin harman yerinde oynadıkları futbol bir tiyatro oyunu gibiydi, acemi aktörlerin şaşkınlığında…

Bazen kalikleri (lastik ayakkabı) toptan hızlı giderdi. Bu sebeple çoğunlukla yalın ayak futbol oynamayı tercih ederlerdi.

Şeher çocuğu olan ben (köylü arkadaşlarımın tabiriyle) futbolu yaşım küçük olmasına rağmen büyüklerden çok daha iyi oynayabiliyordum ve yaş grubumdaki çocuklarla bir takım oluşturduk. Kısa sürede büyükleri yenebilecek duruma geldik.

Sadece büyükleri mi, civar köylerin hepsini…

Özellikle Yurtbaşı (Hoğu) köyü gençleri futbol maçlarının iddialılarındandı ama kaderleri her defasında yenilmekten öteye geçmedi.

Köy gençleri süslerine düşkündü, gençlerin cebinde arkasında fotoroman aktör veya aktrislerinin fotoğraflarının olduğu ayna, tarak ve briyantin olarak kullanılan yarım limon bulunurdu.

Bir taraftan ayaklarında lastik çizme ile mayıs çiğnerken (hayvan terkisi) diğer taraftan aynada limonla şekillendirilmiş saçlarını taramayı ihmal etmezlerdi.

Çüt Tepe (İki tepeli höyük) dediğimiz yerde bulduğumuz kafa taslarından kişilerin kaderini okumaya çalışırdık çocuk aklımızca…

Kafatası kemiğinin alın kemiğine birleşim noktasındaki çizgiler alın yazısı olarak değerlendirilirdi tarafımızca.   

Yani çocuk falcılardık…

Henüz tarım ilaçlarının etkisinin görülmediği yemyeşil tarlalarda börtü-böcek, tarla sıçanı, yılan ve alıcı kuşlar hüküm sürmekteydi.

Harınget Çayı balıkların oynaş, çocukların da yüzme ve av alanıydı.

Buradaki bir anımı anlatmadan geçersem anılarıma haksızlık etmiş olurum.

İDO’NUN YILANLA İMTİHANI.

“Ula Ciho”

“Ne deyisin İdo?”

“Var mısın iddaya”

“Ne iddası?”

“En böyyük baluğu kim tutacağ”

“Varım!”

Deyip gömleklerini çıkararak suyun akış istikametine ters vaziyette, pantolonlarıyla suyun içine oturdular.

Ben, söğüt ağacından yapılmış balık istif çatalını taşıyor, onların tutup dışarıya attıkları balıkları istifliyordum.

“Baluğa bağ baluğa”

Deyip irice bir balığı bana gönderen Cihan’a nazire yaparcasına “bu gadar böyük mü?” deyip de bir balık da İbrahim gönderiverdi. Arkasından “Ula bi baluğ daha var, böyükçe paçamdan girmiş” diyerek ayağa fırlayıverdi.

Ben kemer bölgesinden çıkan yılan kafasını görünce işaretle aşağıya bakması konusunda İbrahim’i ikaz ettim. Önce anlamadı, sonra aşağıya bakmasıyla birlikte o zamanki tarih kitaplarındaki roma heykelleri gibi anadan üryan kalıverdi.

İdo’nun tabiriyle “İlan beni soğtu” feryadı ve bizlerin İdo’nun kaskatı kesilmiş bacağıyla imtihanımız başladı.

O günün modası çift renk örülü naylon kemerle İdo’nun bacağına turnike yapmaya yapmaya başladık “Sığın, daha da sığın” talimatına bir müddet sonra (bunda İdo’nun bacağına kemerin oturması ve bacağının morarmaya başlamasının da etkisi oldu) “Yılan ısırsa diş izi oluş ve kan çıkar” diyerek kemer sıkma işlemine son verdik.

O futbol sahasında bazen topu arkasında bırakacak denli hızlı koşan İbrahim’in yürümeye hali kalmamıştı ve uzun bir süre Harınget Çayı’nın etrafına dahi uğramamıştı.

TANRIM; şehir hayatının yaşamımdaki yerini sevdiğim bir yakınım ifadesiyle “Hoca dedi ki bu dünyada yapduğumuz günahlar, ağrette ilan olup gafamuzu yutacağ” gerçeğiyle karşılaşmadan size anlatabilmeyi nasip eylesin.   

DİĞER YAZILARI Gel Bakalım Devletin Babası- I 01-01-1970 03:00 Bayrama Dair... 01-01-1970 03:00 Şakga Yaptık... 01-01-1970 03:00 Hadee Canım!!! 01-01-1970 03:00 Dedem Atlas 01-01-1970 03:00 Var Ya... (Varya) 01-01-1970 03:00 Emekli... 01-01-1970 03:00 Sevda... 01-01-1970 03:00 Peynir Heç'e Çıktı 01-01-1970 03:00 Zümrüd-ü Anka - II 01-01-1970 03:00 Simurg (Zümrüd ü Anka)- I 01-01-1970 03:00 90 Lira Bindi (Taksi)-10 Lira İndi (Simit) 01-01-1970 03:00 Asker- Saf Anadolu Çocuğu 01-01-1970 03:00 Şehit... 01-01-1970 03:00 Kutsim kızıl saçlım-4 01-01-1970 03:00 Kutsi – Kızıl saçlım 3 01-01-1970 03:00 Kutsi – Kızıl saçlım 2 01-01-1970 03:00 Kutsi...Kızıl saçlım 01-01-1970 03:00 Saatler dursa da akan zaman… 01-01-1970 03:00 Ekşi her zaman ekşi değildir. Bazı ekşiler tatlıdır hıdır ekşi gibi 01-01-1970 03:00 Pamuk tarlaları beyazın lekeleri 01-01-1970 03:00 Orada bir köy var mıymış uzakta? 01-01-1970 03:00 Futbol üzerine – Topumuzu kessinler mi? 3 01-01-1970 03:00 Futbol üzerine – Topumuzu kessinler mi?- 2 01-01-1970 03:00 Futbol üzerine – Topumuzu kessinler mi? 01-01-1970 03:00 Anne, melekler neden beyaz? 01-01-1970 03:00 Nostalji sendromu 01-01-1970 03:00 YETER – YAHU 01-01-1970 03:00 Yas’ın Gölgesinde Cumhuriyet-III 01-01-1970 03:00 Yas’ın Gölgesinde Cumhuriyet- II 01-01-1970 03:00 Yas’ın Gölgesinde Cumhuriyet- I 01-01-1970 03:00 Savaşta çocuk olmak 01-01-1970 03:00 Emeğim 01-01-1970 03:00 Türk – Osmanlı –II 01-01-1970 03:00 Türk – Osmanlı 01-01-1970 03:00 HİLAL VE YILDIZ 01-01-1970 03:00 Onbeşinci gün 01-01-1970 03:00 Ağustos – Zaferler ayı 01-01-1970 03:00 Diken ve gül 01-01-1970 03:00 Ayıyla sohbet 01-01-1970 03:00 Neden ben? 01-01-1970 03:00 Kırk birinci 01-01-1970 03:00 BORDO BEYAZ 01-01-1970 03:00 Kurban 01-01-1970 03:00 Sevdalar; mektuplar, güller 01-01-1970 03:00 Çelik Kaleler 01-01-1970 03:00 Tebessüm 01-01-1970 03:00 Güzel görebilmek 01-01-1970 03:00 Bir şehir ki -III 01-01-1970 03:00 Tıpşor... 01-01-1970 03:00 Kanatsız Melekler 01-01-1970 03:00 Neyiz… Bilinsin! 01-01-1970 03:00 İnsan ve sevgi 01-01-1970 03:00 BUGÜN BAYRAM GÜNÜ DERLER... 01-01-1970 03:00 On Bir Ayın Sultanı – 4 01-01-1970 03:00 On bir ayın sultanı – 3 01-01-1970 03:00 On Bir Ayın Sultanı – 2 01-01-1970 03:00 On Bir Ayın Sultanı – 1 01-01-1970 03:00 Topun sahabı benim – 3 01-01-1970 03:00 Topun sahabı benim – 2 01-01-1970 03:00 Cumhuriyetin aydınlık yüzü; Prof. Dr. Naci Görür 01-01-1970 03:00 Cemre bu sefer insanlığa düşsün! 01-01-1970 03:00 Topun sahabı benim – 1 01-01-1970 03:00 Gitti canımın cananı 01-01-1970 03:00 İmdaaat… 01-01-1970 03:00 Sonsuzluğa mektup 01-01-1970 03:00 KİMSİN? YA SEN KİMSİN? 01-01-1970 03:00 Bir şehir ki… 01-01-1970 03:00 Kırmızı gül her dem olmaz 01-01-1970 03:00 Büyük Abe (Selahattin’in Sıçanları) 01-01-1970 03:00 HARBİYELİ 01-01-1970 03:00