“Hekem, hekem!”
“Düdüginin nohutini…”
“Emmi gulağiy çek”
“Niye çağam?”
“Topu göremiyem…”
(Diyarbakırlı seyirci)
Top kafama çarptıktan sonra…
Hiçbir şey hatırlamıyorum. Yavaş yavaş sesleri algılamaya başladığımda, nenemin (babaannem) “oğul çağanın aklı tökülecek”, annemin ise “Reşat burası top sahası mı?” sözleriyle birlikte, görüntü netleştiğinde, topun “tökülen aklımın” peşine takılarak gitmiş olduğunu fark ettim.
O zamanlar altı yaşlarındaydım…
Parlak sarı renkli, kavun dilimi, supaplı, cecit (yeni) top kaybolmuş ve on beş yaşlarımdayken kararmış, lime lime olmuş, dikiş yerlerindeki ipleri çürümüş vaziyette ortaya çıkmıştı.
Dedem bahçe duvarını yapmak için bahçedeki taşları kaldırdığında…
Malatya karmasındaki Selahattin abinin bana hediyesiydi sarı top.
Yeni topun hevesiyle babamla salonda top yuvarlıyorduk.
Babam “Bomba Reşo” attığı sert şutlarla bu lakabın sahibi olmuştu.
Ve topa hafif dokunuşuyla…
“AKLIMI TÖKMÜŞTÜ”
Benim futbol topundan yana hiç sıkıntım olmadı; küçük lastik toplarla saydırmaca, büyük laylon (naylon-plastik) top ve meşin top (deri futbol topu) çift kale maçlar yaptım arkadaşlarımla.
Önceleri Deli Şaban, Fikri, Ego Kemal, Baba Dursun, Bomba Reşo olduk.
Sonraları; Cahit, Tefo, Ğıdır (Hıdır), Gaptan Ömer, Hamit, Mehmet EKŞİ, Aloş, Yüksel, Ahmet GÜLMEZ, Ahmet UTKAN oldu arkadaşlarımız…
Daha sonra da olunacak olanlar vardı; Cemal, Ulvi, Talat, Şeref, Kakuç Mehmet, Kakuç Ahmet ve de Hakan ile Hıdır EKŞİ gibiler.
İnsanlarda saygı uyandıran yapılar vardır. Manen huzur buldukları veya mutluluk ve kıvançlarını paylaştıkları.
Sara Hatun, Ulu Camii ve İzzet Paşa Camii gibi manen birliktelik yaşanan yerler. Mabedler…
Ve ATATÜRK Stadı gibi sevinç ve kıvancın paylaşıldığı futbolun mabedi yapılar.
Bugünün arenaları (dövüş alanları-statlar) değil…
Gazi Caddesine paralel kesme taş yapı yanında sonradan inşa edilen kapalı spor salonu ATATÜRK STADI.
Bazen mutluluk, bazense üzüntü gözyaşlarıyla terk ettiğimiz,
Şampiyonlukların ve düşme endişelerinin yaşandığı…
Önceleri bölgesel, daha sonra profesyonel futbol lig müsabakaları,
Sokaklardan statlara terfi eden ve şehrin gururu olan eli öpülesi futbolcular, beyefendiler…
Paranın girmediği, şirket zihniyetiyle yönetilmeyen kulüplerin amatör ruhla mücadele eden güzel insanları…
Sanat okulu, Elazığ Lisesi, Devrim Ortaokulu, Namık Kemal, Cumhuriyet, ATATÜRK, Dumlupınar, Mehmet Zeki ilkokulları bahçesinden, Bölge Mahallesi tarlaları, at yarış sahası ve mahalle aralarından stat koridorlarındaki soyunma odalarında forma asabilecekleri bir çivi ve kara tahtada ilk 11’de isim bulanlar…
“kirlenmek güzeldir” diyen deterjan reklamındaki gibi midir, çocuğun futbol sevdası…
Azar işitmemek için kirlenmemek lazım ama nasıl? Yaz aylarında şort ve üst çıplak en kolay çözüm.
Ya kar yağıyor ve saha çamursa? O zaman azarlanmaya razı olmak ve çocuk için anne terliği ile terbiye…
Yufkadır annenin yüreği, çözümü babaya bırakmaz, terlikle çözer işi…
Bir de mahallenin ceberrut ve asık suratlıları vardır. Topu şeytan işi görenler.
Top kesicileri veya patlatıcıları, gizli bıçakçılar…
Top camlarına ya da duvarlarına değdiğinde öfkeyle fırlarlar sokağa ve çarşı dağılır.
Dört bir yana dağılan çocukları yakalamak mümkün değildir elbet. Eğer top ortada kalmamış ve çocuklarca kaçırılmışsa mutluluk katmerlenir.
Aksi halde mutluluğun simgesi idama mahkûm olmuştur…
Mahalle maçlarında takımlar teşkil edilirken yetenekli futbolcuların olduğu takım bir eksikle maça başlar,
Denge sağlansın diye…
Yetenekli oyuncuların sayısı fazlaysa; iki takım kaptanı seçilir, futbolcular “bir sana, bir bana” diyerek dağıtılarak takımlar oluşturulur ve maç başlar.
Kale direkleri yoktur, büyükçe iki taş kaleyi oluşturur. Daha belirgin olsun diye taş üzerine ceketler konur.
Kısa boylu kaleci takım için avantajdır üst direk olmadığı için…
Kale taşlarının arasından geçen top elleri yukarıda sıçrayan kalecinin ulaşabileceği ufki hat üst direk olarak kabul edilir ve gol veya aut kararı iki takımın ortak görüşüyle verilir. Çoğu zaman gollük şut tartışma sonrası karara bağlanır, maçı hakem yönetmiyorsa…
Mahalle maçları büyük seyirci ve coşkun tezahüratlara sahne olurdu, bazen de mahalle savaşlarına…
Maçların seyircileri bazen çok uzak mahallelerden gelenlerce teşkil edilirdi,
Bir gün Harput’tan (Yuğarı Şeher) gelen bir ağabey, biraz kilolu…
Postane önünde bekleyen paytonlardan (faytonlar) biriyle evine dönmek ister;
“Gardaş boş musun?”
“He abe, boşum. Nere gidisin?”
“Ğarput’a” deyince,
Paytoncu bir koşulu atlara bir de yolcuya bakar ve “Abe, arğadan dolaş, atlar seni görmiye” der…
Bizler; spor sahalarında görünür, açık, ahlaklı ve adaletli olalım.
Arkadan dolanmamızı isteyenlerin tavsiyelerine UYANLARDAN değil!