Uçtu uçtu leylek uçtu,
Uçtu uçtu masa uçtu,
Uçtu uçtu semahat uçtu,
Uçtu uçtu …?
Ne uçtu sanırsınız çocuklar?
Uçtu uçtu gençliğim uçtu.
23 Ocak 2024 benim için önemli bir gün.
Böylesine önemli bir günde yazıma cennetmekân Cahit Sıtkı Tarancı’nın Uçtu Uçtu başlıklı bir şiiriyle başladım.
Bugün sizlere hayatımın çok kısa bir özetini yapmak istiyorum.
Kişisel bir konuya girdiğim içinde affınıza sığınıyorum.
Evet, bu gün 23 Ocak 2024…
Bugün tamı tamına, günü gününe 24 ay yani iki sene askerlik yaptığım İstanbul Bakırköy İnzibat Bölük Komutanlığından 23 Ocak 1967 tarihinde terhis oldum.
Böylelikle vatani hizmetimi tamamlamış oldum.
Vatanıma, milletime orduma iki sene askerlik yaptığım ve 3-5 nöbetini tuttuğum içinde mutluluk ve gurur duyuyorum.
Dokuz sene askerlik yapan bir dedenin ve dört senede askerlik yapan bir babanın oğlu olarak bu hizmetim canım vatanıma helali hoş olsun.
O zaman bedelli askerlik, paralı askerlik, kısa dönem askerlik yoktu. Zenginin çocuğu da askere giderdi fakirin çocuğu da.
Askerlik yapmayana adam bile demezlerdi.
Vatan hizmeti dedin mi sözde değil özde bir şeydi.
İki sene ailemden, arkadaşlarımdan sevdiklerimden uzak kalmıştım.
1967 yılı Ocak ayında karlı bir kış günü Elazığ’a geldim.
Annem babam köyde yaşıyorlardı. Ben DSİ’de devlet memuru olan ağabeyimin yanında kalıyordum.
Cebimde sigara külünden başka bir şey, sırtımda paltom bile yoktu.
Nisan ayına kadar böyle sürdü şayet Elazığ’da iş bulamazsam İstanbul’a gideceğim diye bir fikrim hâsıl olmuştu.
Nihayet 20 Nisan 1967 gününe geldim.
Gazi caddesinde aylak aylak dolaşıyorum.
Fethi Çelik adında can ciğer bir arkadaşıma rastladım. Adliye’de imtihan olduğunu oraya müracaat etmemi söyledi.
“Hadi bir dilekçe yaz da adliyeye gidelim” dedi.
Cebimde kâğıt alacak beş kuruşum bile yoktu. Fethi Çelik bir kitapçıya girdi elinde bembeyaz bir kâğıtla çıktı “Hadi dilekçeni yaz” dedi.
Umudum yoktu ama ister istemez yazdım dilekçeyi.
Adliye girdik “Adalet Komisyonu Başkâtipliğine gidin” dediler Başkâtip beyin kapısını çaldık. Başkâtip bey dilekçemi okumadı bile “Bu gün sınav yapıyoruz. Müracaat tarihi dün akşam sona erdi” dedi ve dilekçemi almadı.
Üzgün üzgün dışarı çıktım arkadaşıma durumu anlattım arkadaşım benden daha cesur ve gözü pek birisiydi.
“Gel başkana çıkalım” dedi. Adalet Komisyonu Başkanının kapısını çaldık.
Adalet Komisyonu Başkanı Ağır ceza Mahkemesi başkanı cennetmekân İsmail Durgun’du.
Kapısını çaldık girdik içeri.
Başkan bey o gün sınav olduğu için yüzlerce evrakın dilekçenin arasında boğulmuş gibiydi. Yüzümüze baktı…
“Ne istiyorsunuz?” dedi.
Dilekçemi uzattım,
Bir kere okudu bir kere daha okudu. “Bu dilekçeyi sen mi yazdın?” dedi.
“Evet” dedim.
İnanmamış olacak ki kalemini çıkarıp bana uzattı “Hadi bir kere daha yaz” dedi.
Afallamıştım.
“Yaz sana evladım” dedi.
Başka bir kâğıt ararken “Dilekçenin altına aynısını yaz” dedi.
Meğerse rahmetli benim el yazıma hayran kalmış.
Yeniden yazdım.
Başkâtibi çağırdı. “Sen bu çocuğun dilekçesini okudun mu? Dedi. Başkâtip “Hayır efendim müracaat süresi geçtiği için okumadım” değince;
“Al oku bu teşkilatta böyle güzel bir yazıyı yazan birisi var mı?” Dedi ve sınava kabulüm için Başkâtibe emir verdi.
Askerde yazıcı olduğum için o sınavı birincilikle kazandım.
O dönemlerde hamili kart yoktu, torpil yoktu, bürokrasi yoktu. Hemen ertesi günü göreve başladım.
Ve 15 Eylül 1967 tarihinde evlendim.
Bu evlilikte üçü erkek birisi kız dört çocuğum oldu.
Aradan yedi sene geçti benim dilekçemi kabul etmeyen Başkâtip emekli oldu ve 1977 yılında onun yerine Adliye Başkâtibi oldum.
1987 yılında da Yazı İşleri Müdürlüğüne atandım.
Ve yirmi senelik bu görevim sırasında hiçbir Allah kuluna “Müracaat günü geçti, mesai bitti, bu gün git yarın gel” demedim ve dedirtmedim.
Ceketimin içinde astarı yoktu ama fonumun arkasında onlarca takdirnamem vardı. El âlem arabasının modelini değiştirirken bende takdirnamelerimin modelini değiştiriyordum.
Üç çocuğumu üniversitelerde okuttum. Büyük oğlum hukukçu, onun küçüğü geçirdiği bir hastalık sonucu işitme ve konuşma melekelerini kaybetti.
O da dilsizler okulunu bitirdi..
Küçük oğlum Edebiyat Öğretmeni, kızım Sınıf Öğretmeni oldu.
Hayatta tek arzum vardı öğretmen olmak.
Ben olamadım ama oğlum kızım, damadım ve gelinlerim öğretmen oldukları için bu mutluluğu kısmen de olsa yaşadım.
Sekiz tanede dünyalar tatlısı torunlarım var.
Torunlarımın ikisi hukuk fakültesinde, birisi iktisat fakültesinde diğerleri ilk orta ve lisede eğitimlerine devam ediyorlar.
Otuzuncu senemde geçirdiğim bir kalp krizi sonucu otuz senelik emeğime 1998 yılında nokta koyup emekli oldum.
Memuriyetim sırasında büyücek bir mıknatısım vardı her akşam o mıknatısı alır yerlere düşen toplu iğneleri toplardım. Arkadaşlarım bana gülerdi.
Devletimin bir toplu iğnesine sahip çıkan birisi olarak devletime milletime verdiğim otuz senelik hizmetim helali hoş olsun.
Böylelikle vatandaşlık görevimi de yapmış oldum.
2004 yılında Elazığ Nurhak Gazetesinde köşe yazarlığına başladım. Yirmi sene çeşitli dergi ve gazetelerde yazılarım 2015 yılında da “Azap Yolu” başlıklı şiir kitabım yayınlandı.
Başta Hazar Şiir Akşamları olmak üzere yek çok ilimizde yapılan Şiir Etkinliklerine şair olarak katıldım. Onlarca ödül ve onlarca plaket aldım.
Pek çok şiirim bestelendi.
Ve geldik hayat merdiveninin sekseninci basamağına öyleyse Merdiven başlıklı bir şiirimle sizlere veda edeyim.
Kalın sağlıcakla…
MERDİVEN
Maziye bakıyorum, yaş destanı gibi…
Kırklarda doğmuşum,
Ellilerde okumuşum,
Altmışlarda olmaz olaydım ama…
Âşık olmuşum.
Yetmişlerde baba,
Seksenlerde kalp hastası,
Doksanlarda emekli,
Milenyum’da dede olmuşum.
Yorgun argın gelmişim
İki binli yıllara,
Doğduğuma, doğacağıma
Pişman olmuşum.