Harput’un, Elazığ’ın DNA’sı olduğu artık kabul görüyor. Her ne kadar 1834 yılından itibaren oluşmaya başlayan Elazığ’ın, günümüz itibariyle demografik yapısı bir hayli değişmiş olsa da, fikir ve yaşayış tarzını esas yönlendiricinin Harput eksenli kültür DNA’sı olduğuna ilişkin önemli bir itiraza rastlamıyoruz. Devletine saygılı, inancına bağlı, milletini seven, tarihi misyonunu unutmayan yapısını hep koruyor.
Harput, Elazığ’ın yerel kimliğinin, kültürel değerlerinin, tarihsel köklerinin ve yeni şehrin kuruluşunda olduğu gibi mimari kodlarının da çıkış noktasını oluşturmaktadır.
Tabi Harput, sürekli geçmişin bir parçası olarak anılmamalı, bir tüketim konusu olmaktan çıkarılmalıdır. Çünkü geçmişteki Harput; günümüzde “tarihi ve kültürel bir mekan” haline getirilebilir.
Elazığ’ın “mezra”daki oluşumu esnasından başlamak üzere, aşağı yukarı 150 yıl hep Harput’taki fiziki malzemelerin insafsızca ve biraz da günü kurtarmak adına, yeni oluşturulan şehre taşındığını özellikle o günleri bilfiil yaşamış ve büyük bir dikkatle not etmiş olan İshak Sungurğlu’nun “Harput Yollarında” isimli oldukça önemli eserinde görmek mümkündür. Sunguroğlu’nun ifadesine göre; mezar taşları dahi, mezra’da yapılan “Halk Evi” binasının yapımında kullanılmıştır. Tabi bu sıradan bir olay gibi görülmemelidir, çünkü bu olay Harput’taki tarihimizin de yok edilmesi anlamına geldiğini iyi anlamak gerekir. Önemli işler yaptıran Vali Tevfik Gür aslında önemli işlere imza atmış bir isim ama eski kültüre pek de önem vermemiş bir vali.
Bu değerlendirmeyi, Harput’un yeniden ihyası için gerekçelendirmek anlamında yaptım. Harput’un daha yaşanabilir hale getirmek, daha bir dikkat çekiciliğini artırmak için yeni bazı yapılara ihtiyaç var. Gerçi son yıllarda Harput’a önemli yatırımlar yaptı belediyemiz. Merkezi hükümet de vakıflar genel müdürlüğü kanalıyla çok önemli iyileştirmelere imza attı. Son 25-30 yılda yapılanları hepimiz de bir bakışta hemen görebiliyoruz zaten.
İlimizde kurulu bulunan resmi veya yarı resmi kuruluşların yanında bir hayli de sivil toplum kuruluşu (STK) var. Bu kuruluşlarımız da yalnız demeçler vererek değil, fiziki anlamda, her kuruluş kendi imkânları ölçüsünde, belediyenin gösterdiği yer de ve belirleyeceği konularda yeni mekânlar yapabilirler.
Yarı resmi kuruluşlarımızdan; 19 Eylül 1920 tarihinde kurulmuş olan Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası (ETSO) kuruluşundan günümüze kadar şehrimize elbette çok önemli katkılar sunmuş, birçok kuruluşun ya bizzat banisi veya kurucu ortaklarından olmuştur. ETSO, sanayiciler ve tüccarlar topluluğu olduğuna göre onlardan, Harput’a belediyenin belirleyeceği bir yere yapacağı bir “yapı” bekliyoruz işin doğrusu. Bu bir bedesten olabileceği gibi, bir hastane veya bir kütüphane de olabilir. Şehirlerin güzelleşmesini ve kalkınmasını yerel yönetimler ve diğer yerel dinamikler çok rahat başarabilirler.
Ankara’nın Beypazarı, Denizli’nin Pamukkale’si, İzmir’in Efes’i, Kapadokya, Karabük’ün Safranbolu’su, Sivas Divriği hep bu bakış açısı ile yaşanabilir ve görülmeye değer yerler haline getirilmiştir. Bu yerler sadece ülkenin geçmişini değil, aynı zamanda insanlığın ortak tarihini de yansıtıyor. Bu mekânları gezdiğimizde görüyoruz ki, bu güzellikleri devletle birlikte iş insanlarımız yapmış.
Uzun yıllar Ankara’da önemli görevler üstlenen sayın valimiz de, Türkiye’deki Elazığlı olan veya olmayan iş insanlarına, Harput’a kendi isimlerini vererek belli “yapılar” için çağrı yapıp, davetiyeler çıkarabilir diye düşünüyorum.
Harput neden “açık alan müzesi” olmasın? Prof Dr. İsmail Aytaç’ın başında bulunduğu kazı ekibinin ortaya çıkardığı bulgular, Harput’un birkaç medeniyete beşiklik ettiğini gösteriyor. Bu gerçeği iyi değerlendirmek gerekir. Zamanında değerlendirilmeyen gelişmeler asla beklenen faydayı sağlamaz.
Evet, yazımızın öznesi ETSO oldu. Yani ETSO yönetiminden, Harput’ta ya bir bedesten, ya bir hastane ya da bir kütüphane yapmasını samimiyetle istiyoruz ve bekliyoruz.