https://www.elazigharputgazetesi.com/files/uploads/user/6796f650a074ef60bd6d33a1b59054a0-c72ae14c2b854b11d6df.jpg
Ahmet Rauf Akay

BİZ BÖYLE Mİ OLACAKTIK?

24-09-2022 11:45 762 kez okundu.

12 Eylül'den önce gençtik, idealisttik, çıkarlarımız değil ülkülerimiz vardı. İnanırken tam inanırdık, tereddüt diye bir şey bilmezdik. Ölümlerin üzerine yürümek bizim için bir faziletti. Birçok arkadaşımızı öyle kaybettik. Sadece ekmeğimizi paylaşmakla kalmaz, ölümleri paylaşırdık.

Darbe oldu içeri girdik, ağaçsız, ormansız, göksüz, aysız, yıldızsız bir mekanda tam 10.5 yıl. Söylemesi kolay ama yaşaması o kadar zor ki. Sonra hapishaneden çıkmakla bitmiyor mesele, siz hapishaneden çıkıyorsunuz ama hapishane sizin içinizde kolay kolay çıkmıyor. Rüyalarınız, uykularınız daha yıllarca hapishanenin kalıntılarıyla bölünüyor. "Allah'ım! ben hala içeride miyim, bitmedi mi bu kabus?" diyorsunuz. Uyandığınızda ancak anlıyorsunuz dışarıda olduğunuzu...

Hapisten çıktık, bizi kolay bir dünyanın beklediğini sanıyorduk. Bir ailenin sorumluluğunu yüklenmenin en az bir ülkenin sorumluluğunu yüklenmek kadar zor olduğunu bir aile sahibi olunca anladık. Kolay bir dünya yoktu, hele bizim için hiç yoktu. Gittiğimiz her yerde hapishane hem içimizde hem dışımızdaydı. İçimizdeki bizi acıtıyor, dışımızdaki dostlarımızı ürkütüyordu. Dostluklar bile kuramıyorduk. Hangi berzahlardan geçtiğimiz anlatmak günler alır. Hayatın tekerleği hep üstümüzden gidip geldi. Dışarıda başka, içeride başka ezildik.

Bu girizgahı mağduriyet edebiyatı yapmak için yapmıyorum. İnandık, mücadele ettik, bedelini de seve seve ödedik. Sonra siyaset başladı. Daha ilk adımı atar atmaz yıllar yılı cam bir fanusun içinde yaşadığımızı, bizim hayalimizdeki insanla siyasetteki insan arasında hiç bir benzerlik olmadığını gördük. Siyaset yapmanın bir çamur deryasında yüzmek olduğunu o zaman anladık. Çile imtihanını veren birçok dostumuzun çıkar sınavını veremediğini, savrulup gittiğini üzülerek gördük. Dün omuz omuza olanlar siyasi yarışta karşı karşıya geliyorlardı.

Ülküdaşlık bitmiş,ayak oyunları, entrika, iftira, yalan başlamıştı. Halbuki ülkünüz birse gönlünüzde bir olmalı. Rahmetli Türkeş bir zaman, "bundan sonra iftiralara, yalanlara muhatap olacaksınız asıl dava adamı onların karşısında ayakta kalabilendir," demişti. Bir şey daha öğrendik, iftiranın kurşundan daha ağır yaralar bıraktığını. Onun için  12 Eylül öncesi yemediğimiz kurşunları 12 Eylül'den sonra arkadaşlarımızdan yedik desem abartmış olmam. Üstelik tabancanın kurşuna siper alarak kendinizi kurtarabilirsiniz, yalandan, iftiradan korunabileceğiniz bir siper yoktur. Nereye saklanırsanız saklanın iftira kurşunu gelir sizi bulur.

Onun için aziz dostlar bir çoğumuz yaralıyız, dost elinden, dilinden yediğimiz kurşunların yaralısıyız. Birbirimizi yeni tanıdığımıza mı yanalım, dost elinden uğradığımız ihanetlere mi? 

Bugün ülkemiz çok ciddi bir dönemeçten geçiyor. Kaynakları sömürülüyor. Ekonomisi bitiriliyor, ormanına, ağacına, pınarına, suyuna yaylasına kast ediliyor.Millete ait olan kişiselleştiriliyor. Demokrasinin yerini, bir kişinin egosuna göre tanzim edilmiş bir düzen alıyor. Toplum, iktidarda kalma uğruna hasımlaştırılıyor.Devlet bütün imkanları ve gücüyle bir kişinin paşa keyfine göre dizayn ediliyor. Bir millet soyuluyor, maddi, manevi varlığı yok ediliyor. Böyle bir dönemde -ben- demek bu düzenin devamına katkı vermektir. Parti liderleri gecelerini gündüzlerine katarak olağanüstü bir çabayla ülkeyi bu türbülanstan kurtarmaya çalışıyorlar.Bu yazı yazılırken sayın Akşener İzmit'teydi, yazı yayınlandığında kim bilir hangi ilde olacak. Kılıçdaroğlu  İzmir'deydi, yarın kim bilir nerede olacak? Böyle bir fedakarlık, bazıları evlerinin yolunu unuttu. Bugün umut edebiliyorsak birkaç fedakar insanın olağanüstü çabalarının bir neticesidir.

Bu mücadelenin başarıya ulaşması, mutfakta bulunanların da aynı özveriyi göstermelerine bağlıdır. Mutfaktaki kavga partileri bitirir. Grupçuluk, hizipçilik, ekipçilik liderleri çelmelemek, onları ve bu milletin hayallerini  vurmaktır. Gemi batarken ben diyenler, gemiyi batıranlar kadar sorumludur.Partiler ele geçirilecek aygıtlar değildir. Herkesin dayanışarak ortak hedeflere yürüdüğü mekanizmalardır. Şahsi hedeflerin milli menfaatlerin önüne alınması bu milletin umutlarının söndürülmesidir. Liderinin eteğinden veya pantolonundan çekenler, onları arkalarını dönemez hale getirenler bu büyük yürüyüşün sabotajcılarıdır. Daha fol yok, yumurta yokken mevzi kapma yarışına girmek bugünkülere benzeme sinyali vermektir. Oysa milliyetçilik, en küçük birimden en büyük birim olan millete kadar hep bütünleştiricidir. Kendi aralarında bütünleşemeyenler,toplumu bütünleştiremezler.Hizipçilik, etnikçiliğin çıkar düzeyindeki başka bir biçimidir.Bölücülüğün bir başka versiyonudur. Bölünerek büyüyemeyiz, bütünleşerek büyürüz, bu partiler için de diğer kurum ve kuruluşlar için de böyledir. Ne yazık ki, bunu en çok -milliyetçi -gelenekten gelenler yapıyor. Hem kendilerini hem milliyetçiliği itibarsızlaştırıyorlar. Milliyetçilikten çelmeleme,karalama siyasetine geçmek ne acı  bir son. Biz böyle mi olacaktık?

Neler Söylendi?
islami sohbet müzik indir dini sohbet sohbet dijital pazarlama ajansi dijital pazarlama smok betvolegiris.co deneme bonusu