45 yıl önce yani 1978-1979 eğitim ve öğretim yılının anısı. 1980 öncesi Türkiye’nin en kötü günleri idi. 1974’de Kıbrıs Savaşı ve akabinde 2-3 yıl sonra dış güçlerin ülkeyi böl, parçala zihniyetiyle sağ-sol, alevi-suni meseleleri kardeşi kardeşe kırdırdı. Bizler de o dönemin genç nesilleriyiz. Allah, ülkemize bir daha o günleri yaşatmasın.
Her yıl düzenli oynanan liseler arası spor faaliyetleri vardı. Takımlar grup maçları için başka ilde toplanıp maçlar oynanırdı. Ne yazık ki yukarıda bahsettiğim o dönemlerde maçların oynanmamasına karar verilmişti. Kimse sorumluluk almıyordu ama biz bunu nasıl edipte maçlar oynansın diye çalmadığımız kapı kalmadı. Maçları organize eden Elazığ Lisesi Beden Eğitimi öğretmeni Şeker İbo lakaplı hocaya gittik, yalvardık yakardık. Biz iyi takımız, şampiyon oluruz dedik. Bizi kırmadı, ne yapalım dedi? Bizde kendine daha öncesinden tasarladığımız düşüncemizi kendisine sunduk. Zaten Elazığ’da 5 lise vardı. Aşağı lise (Elazığ Lisesi), yukarı lise (Atatürk Lisesi), Ticaret Lisesi, İmam Hatip Lisesi ve bir de bizim okulumuz (Sanat Okulu). Futbol branşına biz talip olmuştuk ve bize verildi. Elazığ’da maçlar oynanmadan il birincisi olarak gruplara gidecektik. Okul idaresi evet dese de hiçbir maddi imkanımız yoktu. Ama çok değerli 3 öğretmenimiz vardı. Biri beden eğitimi öğretmenimiz Uğur Gülseren, Amasyalıydı. Diğeri fizik öğretmenimiz Uğur Zümrüt, Diyarbakırlıydı. Ahmet Salgın hocamız ise makine ressamı öğretmenimizdi, Denizliliydi. Çok özverililerdi ve birçok masrafı cebinden yaptılar. Bizlerin sadece şahsi kramponlarımızın dışında, giyecek ne forma ne tozluk ne de şort vardı. Yine Elazığ değerlerinden hayatını futbola adamış Ahmet Yılmaz (Goppo Ahmet) abimiz, şort ve tozluk verdi. O dönem gençlerin abisi, hayatını gençlere adamış Bahri Bulut abimiz ise Tayfunspor’un formalarını verdi. Bizler de bu şekilde gruplara gittik.
İlk grup Nevşehir’di. Tren ile Kayseri’ye, oradan da minibüs ile Nevşehir’e geçtik. Orada bizi karşılayan iki Elazığlı emniyet mensubu vardı. Şener abi (Stüdyo Kemaliye’nin sahiplerinden), diğeri de emniyet müdürü şoförü Erol abiydi. Bizleri lüks bir otel (VİVA)’ya yerleştirdiler. VİVA, İspanyolca bir kelimeydi. Türkiye şampiyonu olan takımda Türkiye’yi temsilen İspanya’ya gidecekti. Nevşehir’de 4 maçta 10 gol atıp hiç gol yemeden namağlup şampiyon olduk.
İkinci grup Sakarya idi. Yolcu otobüsü ile gittik. Deve dişi takımlar vardı. İki İstanbul, Ankara, Trabzon, İzmir, Edirne ve Hatay takımları vardı. Burada da 5 gol atıp hiç gol yemeden namağlup şampiyon olduk.
25 Mayıs’ta Kütahya’da finallere kalmıştık. 4 takım vardı. Adana Motor Meslek Lisesi, bir yıl önce liseler arası dünya şampiyonu olmuştu. İstanbul Kabataş Erkek Lisesi, İzmir Lisesi ve bizdik. Ekonomi olarak en gariban takımda bizdik. Çamurlu formaları akşam yıkayıp sabah ıslak şekilde giyinip maç oynardık. Hatta yurtta kalıp kendi kahvaltılarımızı kendimiz hazırlardık.
İlk maçımız Adana ileydi. Hiç gol yememiş, namağlup olarak oradayız. Maç başladı, santra yapıldı. Daha dakika 1 olmadan kalecimiz rahmetli Faruk Kazer’in hatasıyla ilk golümüzü yedik. Hiçte Eyvah demedik. İlk yarıyı 2-1 önde tamamladık ve maçı kazandık.
İkinci maçta İstanbul’u 4-0 lık bir skorla, İzmir ekibini ise 3-1 yenerek Elazığ’a Türkiye şampiyonu olarak döndük.
Ülkemizi temsilen İspanya’ya gitme hazırlığı yapılırken dönemin CHP hükümeti, Elazığ’ı ve bizleri cezalandırıp siyasi olarak hakkımızı gasp edip, göndermedi.
Bu satırları ellerim titreyip, içim kan ağlayarak yazdım. Bahsettiğim takımın ilk 11’inden 5 arkadaşımız rahmetli oldu. 3 kişi ise son 1 yıl içinde… Sırasıyla Mustafa Yılmaz, Kamuran Karataş, Ömer Faruk Gökçe, kaleci Faruk Kazer ve henüz taziyesi bitmemiş Selokivre (Selahattin Doğan). Allah rahmet eylesin, mekanları cennet olsun.
Elazığ’da yaşayan arkadaşlarla cenazede bir araya geldik. Bu yazıda ismi geçen, bizlere katkı sunan rahmetli olanlara Allahtan rahmet dilerim. Mekanları cennet olsun.